kurgu evren durgun evden yeğdir


Hayat bir oyun mudur, yoksa oyunlar hayat mıdır? Bazıları için ikinci seçenek ziyadesiyle daha geçerli. Çünkü oynadığı oyunu, bir yaşam olarak kabul etmiş, kendini orada var eden biri için, gerçek hayattan kopmak diye bir şey yoktur. Aksine, oyun kapandığında başlar gerçek olmayan. O, “kendini oyuna kaptıran oyuncu”. Siz ona kısaca K.O.K.O. diyebilirsiniz. Aklı başında bir oyuncu ile oyuna kendini kaptıran arasındaki farkı anlatmak için, türlü örneklere ve yetkili kişilere başvuracağım.

K.O.K.O.’ları daha iyi anlamak için bir süre aralarında yaşamayı denedim. Sinir bastı, fazla yaşayamadım. Ama önemli olan, bu kısacık süre zarfı içerisinde birçoğunun ağzından türlü sözler, beyanatlar duydum ve oyunlarıyla ilgili sorduğum sorulara enteresan cevaplar aldım.

- Zeytinburnu’nda iki göz bir evde kiracıyım. Bir konfeksiyon atölyesinde son ütücü olarak çalışıyorum. İşe her gün 14 km yürüyerek gidip geliyorum. Borçlarım yüzünden geçen ay eve haciz geldi. Televizyonumla, baba yadigarı altın kaplama kol saatimi aldılar. Ama umrumda mı? Değil. Çünkü Tarabya’yla Yeniköy bende. Oteli dikmek üzereyim. Paraya para demiyorum. Kısmetse ondan sonra da Bebek’i almak istiyorum. Bak hapisten ücretsiz çıkış kartımı söylemiyorum bile.
İsmini vermek istemeyen bir monopoly oyuncusu

- Savaş çok çetin geçti. Düşman topları sayıca bizden fazlaydı ama nihayetinde tankları doğru sınırlardan kaydırdık ve kazandık. Kuzey cephesinde hissedilen baskıyı şimdilik piyadelerle kırmaya çalışıyoruz ama asıl hedef Ukrayna’ya girmelerini engellemek. Zira farkındasınızdır, Alaska-Kamçatka sınırındaki soğuk savaş her an sıcak bir muharebeye dönüşebilir.
İsmini hatırlamayan bir gizli hedef oyuncusu


- Rakibim summoning sickness’ı geçer geçmez 2 kırmızı 1 yeşile indiği burning tree shamanile bana saldırdı. Ben de 5/5 creature’ımla blok koydum. İkinci turda ise disklerle mana üretmeye başladı. Ben oyuna yaratık indirmeden, onun bir 5/5’i bir de nezumi’si vardı. Siyah ve maviye protection’lı oldukları için indirmeye çalıştığım her şeye de counter attı. Tam jitte’yi bırakıyorum yere, manaların untap olmasını bekliyorum, discard ettirdi elimden. Üstüne bi de hepsine +4/+4 ve trample verip yaratıkları gönderince -15 ile kapattık savaşı. 
Kurduğu cümleden sonra ismini sormaya çekindiğim bir magic oyuncusu

- Çayırlık bir alandaydık, yaprak hışıtıları ve baykuş sesleri arasında... karanlıkta... elim kılıcımın kabzasında, sarmaşıklarla çevrili küçük metruk bir kulübeye yaklaştık. İçerden gelen hırıltılar, ruhsuz ve keskin dişleri olan kurtlara ait gibiydi ve uzun zamandır yemek yemedikleri bulunduğum yerden bile hissedilebilen ağız kokularından belliydi. Ellerimi birbirine kavuşturup, eski bir Fuhd Mavna büyüsü mırıldandım. Org arkadaşım Grot ve yolda tanıştığımız sinsi Elf Rehoel sessizce beni izliyorlardı. O anda nereden geldiği belli olmayan bir esinti yavaşça sarmaşıkları yere döktü ve kulübe sallanmaya başladı. Kulübenin bitişiğindeki dev ağaçların arasından hızla üstümüze doğru gelen gölgemsi yaratık ne olduğunu anlayamadan Grot’u yere devirdi. Kılıcımı bu garip şeye sallıyordum ama, kılıç onun içinden kayıp geçiyordu. Tam o çaresiz anda dört bir yanda şu ses inledi: “Lanetli gölgelerin tohumu! Ormanımı terk et! Şimdi!”
İsminin Rohann the Warrior olduğunu iddia eden bir FRP oyuncusu


Şaka bir yana, insanoğlu kendini kurgu olana kaptırmayı pek sever. Birbirinin kafasında okey ıstakası, belinde bilardo sopası kıranlar, top çizgiyi geçti mi geçmedi mi derken soluğu karakolda alanlar, bilgisayar oyununu save etmemişken şaka olsun diye bilgisayarı kapatan arkadaşına döner tekme atanlar...vs. derken, günümüzde “oyun” fikrinin de gelişimiyle farklılaşan etki-tepki halleri. Kutu oyunları, bilgisayar oyunları ve online oyunlar çoğaldı ve git gide daha zor, daha zevkli olmaya başladı. Eskiden kendimizi bir oyuna bu kadar kaptırmazdık belki de. Yani eğer, Gırgır oynarken iki elimizin üzerine oturup tavuk taklidi yapmalarımızı veya Duke Nukem oynarken “dur bir stage daha atlayayım öyle yatarım” deyip sabahı sabah edişlerimizi saymazsak.


Günümüzde Gizli Hedef yerini, Risk, Axis&Allies, Settlers of Catan, Diplomacy, Warcraft’a... Sessiz Sinema yerini Tabu, Pictionary, Word Alert’a... Milyoner yerini, Monopoly, Jenga, Boggle, Clue, Betrayal at House on the Hill, Scotland Yard gibi kutu oyunlarına... Duke Nukem, Heretic, Fifa 2000, Heroes of Might and Magic gibi bilgisayar oyunları ise yerlerini, Medal of Honor, Need For Speed Underground, Sims, GTA, Gran Tourismo, Silent Hill, Star Wars Jedi Academy gibi mouse zedeleyen oyunlara bıraktı. Öyle ki artık dünyanın dört bir yanından binlerce insan online olarak, tamamen kurgu bir evrende hayat mücadelesi veriyor. Evet aynen gerçek yaşam gibi. Para kazanıp, bir hayat kuruyorlar, yeni insanlarla tanışıp farklı işler yapıyorlar. Tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlar. Savaşıyorlar, barışıyorlar ve ertesi gün birbirlerine “oyun”un nasıl gittiğini anlatıyorlar. PS2, PS3 ve Wii'ye girmiyorum bile.


Bilgisayar oyunları gerçekten de gecemizi gündüzümüze kattıran, save edilen bir evrenin büyüsüyle kendimizi kaybetmemizi sağlayan bu yaşamdan ayrı bir alem. Ama siz hiç pelerini, cüppesi, hançeri veya mızrağıyla monitör karşısına oturan bir adam gördünüz mü? İşte asıl tantana böyle davranan, böyle yaşayan ve buna inanan insanların dünyasında. Yani FRP evreninde. FRP’nin açılımı Fantasie Role Playing. Yani en kaba tabirle bir rol yapma’lar bütününün oyunlaştırılması. Oyuncular kendi karakterlerini oluşturur. Hangi ırktan olduklarını, hangi background’la, nasıl bir alt metinle bezendiklerini yazarlar. Karakteristik özelliklerini belirlerler. Silahlarını, büyü yeteneklerini, varsa eğer hayvanlarını, kendilerine özgü özel güçleri edinirler. Tüm bu “karakter oluşturma” sürecinde oyuncu başına buyruk değildir elbette. Ona ve diğer oyunculara yol gösteren, nihai kararları alan ve “bu tamam, bu değil” diyen bir DM (Dungeon Master) tüm oyunu yönetmektedir. DM kendi hayal gücüyle oluşturduğu ancak oyuncuların haberdar olmadığı bir senaryoyu kurgular, tek tek bütün karakterlere birbirlerinden gizli bir hedef verir ve oyuncular kurgu kimliklerinden sıyrılmadan kendilerini bu senaryonun içine bırakır. Ama konumuz olduğu üzere kendilerini fazlasıyla kaptırırlar. Günlerce sürebilen bu seanslarda, kostümler, aksesuarlar, cilt cilt büyü ve senaryo kitapları, oyunun oynandığı masaüstü alanı ve yaratıklar, hayaletler, elfler, şövalyeler, büyücüler, cadılar, savaşçılar, vampirler, hırsızlar ve daha niceleri ile dolu bir hayal alemine dalınır. Kimi oyuncular savaşlarda ölür. Kimileri öykünün vardığı bir nokta itibariyle birbirlerini öldürür. Bazısı zehirlenir, bazıları büyülere maruz kalır. Kimisi boynundaki bir madalyondan güç alırken, kimisi omzundaki şahinle konuşur. “Hayal gücünüzün sınırlarını zorlamak” derler ya... işte bu o!


“Şimdi bir DM dostumla FRP üzerine konuşacağız.”
- Sevgili Alişan Cengiz. FRP oyuncusunun oyuna kendini fazlasıyla kaptırması ve hatta kostüm, aksesuar tarzı yan ögelerle bu kurguyu beslemesi konusunda bir DM olarak fikrin nedir?
- Benim için oyuncunun oyun içinde kendini kaptırması muhteşem bir şey ama oyun içinde tabi. Oyun içi ve dışı olarak farkı ayırabilmeli insanlar. Kostümü ise oyuna kaptırmak olarak görmüyorum. Oyun esnasında arkadaşına baktığında kılıcını bileyen bir dwarf gördüğünde o zaman oyuna kendini kaptırırsın elbet. Hatta ben kostüme de karşıyım. İnsanın hayal gücünü kullanmasını engelleyebiliyor bir yerde. Oyun iyi ise, benim ruh halim düzgünse, iyi bir müzik çalıyorsa oyuna kendini kaptırmaman için hiçbir sebep yoktur.

- Peki insanların, orman, kalabalık ve hatta savaş seslerini kayıttan çalarak o anki öykünün içine girme durumlarını duyuyoruz doğru mudur ve doğruysa bunların oyunun inandırıcılığına etkisi nedir sence?
- Şimdi oyun tasvir üzerine kurulu bir oyun... sen böyle bir sesi tasvir etmek yerine çalıyorsun. Burada iki şekilde kârlı çıkabilirsin. Bir, istediğin sesi tam olarak anlatmış olursun... iki, bunu yaparken sarfettiğin çaba daha az olur... belki bir üçüncüsü “ormanda yapraklar kımıldıyor” gibi aman şimdi ne olacak tarzında heyecan yapmazsın da oyuncular kendileri anlar yada anlamaz... (gülüşmeler)

- Bir DM’in hayal gücüyle başlıyorsa yolculuk, oyunun iyi veya kötü olması tamamen DM’e bağlı. Sen de bir yerde tıkanabilirsin bu durumda... doğru mu?
- Tıkanma hakkı her zaman saklıdır. (gülüşmeler) Sen bir insansın ve tanrıcılık oynasan bile psikolojin, gruba ısınamaman, hazırlık yapacak zamanın olmaması gibi sorunlar olabiliyor. Yani o gün hem DM günüde olursa hem de oyuncular -ki onların performansı çok önemli- o zaman her şey güzel gidiyor. DM günüde de oyuncular değilse o zaman DM onları oyunun içine çekmek için her şeyi yapmalı. Ama DM günüde değilse oyuncuların yapacağı bir şey olduğunu zannetmiyorum. Ayrıca DM’in tıkandığı yerde oyun bitmiştir bence. Zorlamanın anlamı yoktur, oyun o kadar sürmüştür. 16 saat oynatıp tıkanmadığımı da bilirim, 2 saat içinde “yapamıyorum” deyip vazgeçtiğimi de.

- Peki son olarak bir iki enstantane paylaşır mısın bizimle?
- Non-player bir karakter yaratıp oyuncuların karşısına çıkardım. Alt tarafı akrep üst tarafı insan olan bir karakterdi ve tabi ki oyun içinde olaylar olması gerektiği gibi gelişmedi. Erkek olması gereken karakter kadın oldu bir anda kafamda ve oyuncularımla savaşması gereken an geldi çattı. Gruptaki karizması yüksek bir karakter işe elini attı. Nasıl yaptı ettiyse, benim yaratığı, tek derdinin yalnızlık olduğuna ve ona bir koca bulacaklarına inandırıp uğurladı. Bu, oyuncunun zekasını ve yarı akrep yarı kadın olan bir yaratığa güvenilmemesi gerektiğini gösteriyor. Zira ben o savaşa çok çalışmış, feci hazırlık yapmıştım.

- Çok teşekkürler ediyorum.
- Reca ederim.

Oyuncunun kendini oyuna kaptırması, oyunu daha zevkli ve daha inandırıcı da kılabilir, daha şiddet dolu da. Önemli olan sınırları görebilmek, ipin ucunu kaçırmamak, civatayı gevşetmemek. Oyunsuz bir yaşam, yarım sayılır nihayetinde. Hayal gücü yok, rekabet yok, yarış yok, başarma hırsı yok, stratejik düşünme gücü yok. Hiçbir şey yok. “Bakkala gitmeden önce yavaş adımlarla kasaba uğrayayım ve 127 derecelik bir açıyla Nurten Hanım’ın balkonunu karşıma alıp, otobüs durağına varayım” şeklinde tezahür eden bir hayat sizin için kâfiyse problem yok. Ama yaşınız kaç olursa olsun, kutu oyunlarını, bilgisayar oyunlarını takip edin, en az bir kez mutlaka FRP havası soluyun ve asla kaptırmaktan korkmayın. Evinizde çeşit çeşit oyun bulundurun. Unutmayın “kurgu evren durgun evden yeğdir!”. Oyunlara kaptırıp evini barkını terk eden adam, terk etmeye yer arıyormuş zaten. Siz onu baz almayın. Gidin bir Risk alın. Verin veriştirin. Ve heyhat savulun!


Monopoly'de kredi kartının geçtiği bir zamanda yaşıyoruz, unutmayın!

GAME OVER

0 Responses to "kurgu evren durgun evden yeğdir"

Yorum Gönder