sıkılmaktan sıkılmak
o kadar sıkılıyorum ki...
yok bu sıkılmak değil işte! burda alenen bir sıkılmaktan sıkılmak durumu mevcut... "ne olur ilginç bir şey olsun" diye düşünerek geçiyor şu sıralar zaman... geçiyor dediysem lafın gelişi... geçmiyor... saat 1'den 2'ye varamıyor... 2'den 3'e asır gibi... saat değil misiniz, hepiniz aynısınız!
o kadar sıkılıyorum ki...
hem bir sürü şey yapmak istiyorum sıkıntıdan, hem de sıkılma'nın dayanılmaz ağırlığı altında içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor... sıkıl sıkıl gel peşime takıl!
o kadar sıkılıyorum ki...
bu aynılık, bu mekaniklik, bu robot standartlığı, bu memur psikolojisi canımdan can alıyor, etimi cimciriyor adeta... sürprizlerden ırak bu evrende "çıldırmak" bir geliyor bir gidiyor...
o kadar sıkılıyorum ki...
"yarın gelip başla!" deseler,
"neye?" diye sormam, direk giderim...
o noktadayım diyorum!
o kadar sıkılıyorum ki...
ağzımın tadı kaçık, elimin ayarı bozuk, kafamın tası atık gibiyim hep bi daim...
bir de parantez açmak istiyorum müsadenizle şurada!
bak ama çünkü yıllar yılı sorucam soramıyorum...
şimdi bu "evimin direği" ya da "muhabbet bağı" dermişcesine bir rahatlık ve alışmışlıkla telaffuz ettiğimiz "kafamın tası" tanımlamasında bahsi geçen kafa'nın söz konusu tası'ndan kasıt "kafatası" mıdır? eğer öyleyse kafatası atması baya baya tıbbi müdahale gerektirmez mi? allah korusun bi baktırın ona!...
yok eğer değilse "neler diyor şu ağızlarımız a dostlar?"
("o kadar sıkılıyorum ki" demiştim di mi?)
o kadar sıkılıyorum ki...
geçen mustafa sandal'ın ilk albümünü, tuna kiremitçi'nin ilk kitabını, bayhan'ın ilk ingilizce performansını, hakan şükür'ün ilk frikik golünü, bir de alf'in ilk bölümünü düşündüm...
bunların hepsini 6 dakika içinde düşününce uykularım kaçtı benim hep!
hep bi alacakaranlık kuşağı oldu ortam!
ayrıca...
hep bi börtdey hep bi börtdey
o kadar sıkılıyorum ki...
o kadar sıkılıyorum ki...
hem bir sürü şey yapmak istiyorum sıkıntıdan, hem de sıkılma'nın dayanılmaz ağırlığı altında içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor... sıkıl sıkıl gel peşime takıl!
o kadar sıkılıyorum ki...
bu aynılık, bu mekaniklik, bu robot standartlığı, bu memur psikolojisi canımdan can alıyor, etimi cimciriyor adeta... sürprizlerden ırak bu evrende "çıldırmak" bir geliyor bir gidiyor...
o kadar sıkılıyorum ki...
"yarın gelip başla!" deseler,
"neye?" diye sormam, direk giderim...
o noktadayım diyorum!
o kadar sıkılıyorum ki...
ağzımın tadı kaçık, elimin ayarı bozuk, kafamın tası atık gibiyim hep bi daim...
bir de parantez açmak istiyorum müsadenizle şurada!
bak ama çünkü yıllar yılı sorucam soramıyorum...
şimdi bu "evimin direği" ya da "muhabbet bağı" dermişcesine bir rahatlık ve alışmışlıkla telaffuz ettiğimiz "kafamın tası" tanımlamasında bahsi geçen kafa'nın söz konusu tası'ndan kasıt "kafatası" mıdır? eğer öyleyse kafatası atması baya baya tıbbi müdahale gerektirmez mi? allah korusun bi baktırın ona!...
yok eğer değilse "neler diyor şu ağızlarımız a dostlar?"
("o kadar sıkılıyorum ki" demiştim di mi?)
o kadar sıkılıyorum ki...
geçen mustafa sandal'ın ilk albümünü, tuna kiremitçi'nin ilk kitabını, bayhan'ın ilk ingilizce performansını, hakan şükür'ün ilk frikik golünü, bir de alf'in ilk bölümünü düşündüm...
bunların hepsini 6 dakika içinde düşününce uykularım kaçtı benim hep!
hep bi alacakaranlık kuşağı oldu ortam!
ayrıca...
hep bi börtdey hep bi börtdey
o kadar sıkılıyorum ki...
1 Response to "sıkılmaktan sıkılmak"
Yorum Gönder