In The Land of Women (2007)
Bazı filmler vardır. Basit bir konu, dingin bir anlatım, sakin bir üslup, keskin bir mizah anlayışı ve başarılı oyunculuklarla hayret verici bir şekilde gönül telimizi titretir. İşte bu film öyle bir film değil!!!
Porno senaryoları yazarak hayatını idame ettirmeye çalışan Carter Webb (Adam Brody), hayatının aşkı olarak gördüğü kız tarafından terk edilince, devamlı surette öleceğini iddia eden büyükannesinin yanına Detroit’e gitmeye ve hem kendine hem de yazılarına bir çekidüzen verme kararı alır. (Biraz yalnız kalmam lazım tandansı… sen öyle san!) Hollywood romantik dramalarının temel sorunsallarından biri olan “yalnız kalmak isteyen adamın bu gayesine bir türlü ulaşamaması” durumu bu filmde de mevcut.
Carter, Detroit’e vardığında karşı komşusu Sarah’nın (Meg Ryan) ve dolaylı yoldan iki kızının yoğun ilgisiyle karşılaşır. Şöyle ki Sarah ve Carter arasında antibiyotik tadında bir ilişki var olur. Büyük kız ergenlik dönemi sıkıntılarını “konuşarak tedavi yöntemiyle” yine Carter’ın üzerine boca etmektedir. Küçük kız ise ne kadar küçük olduğunu sorgulatan hal ve tavırlar içindedir. Büyükannenin “ben ölüyorum ağlayanım yok” şeklindeki peygamber sabrı isteyen uğraşma süreci ise ayrı bir derttir. Tüm bu hukukun içinde bir yandan iş yerinin memnuniyetsizlik sinyalleri, öte yandan da terk eden sevgilinin kafa karıştıran zamansız telefonları, esas erkeğimizi bir nebze olsun yıpratmaktadır.
İnsan ilişkileri üzerine sade bir konu kaleme alıp bir de üzerine bunu yöneten Jon Kasdan (ki kendisi yönetmen Lawrence Kasdan’ın oğlu olur) bu ilk yönetmenlik denemesinde, başarısız bir filme imza atmış diyemesek de, camiaya giriş bazında görkemli bir “hoş geldin”i hak ediyor demek de yalan olur, ayıp olur, kaypaklık olur. Zira öykünün odağı konusunda tam olarak kendini de ikna edemediği için, tam olarak kimi ve neyi izlediğimiz, filmin genelinde bir muamma olarak kaldı. Tamam genç kızların zamane aşkı Adam Brody nam-ı diğer Seth (O.C.) mevcut, canımız ciğerimiz Meg Ryan’ımız burada, Twilight serisinden severek takip ettiğimiz ve Adventureland ile dünya ahiret bacımız saydığımız Kristen Stewart da burada peki oyunculuk nerede, ruh nerede? Ön plandaki 4 oyuncunun koca bir filmi, 3 farklı postür, 6 adet de mimikle tamamlamış olması insanın içini burkuyor.
Film, ne yazık ki mizahi yanıyla da, dramatik yapısıyla da yetersiz kalıyor. Meg Ryan hayranı olup “In The Cut” izledikten sonra intihar etmek isteyen güruh için belki bir fırsat sayılabilecek film, Adam Brody hayranları için ne yazık ki tavsiye edilmiyor. (Onu böyle görmek istemeyebilirsiniz.)
Hayatımızın bir buçuk saati daha, tam olarak ne anlatmak istediğinden emin olmayan bir filmin ne anlatmak istediğini anlamaya çalışarak geçip gidiyor ve filmden geriye büyükannenin torunu Carter’a söylediği şu sözler kalıyor: “Ben yakında öleceğim ve sen hala yaşıyor olacaksın. O yüzden şikayet etmeyi kes!”
In The Land of Women fragman
Porno senaryoları yazarak hayatını idame ettirmeye çalışan Carter Webb (Adam Brody), hayatının aşkı olarak gördüğü kız tarafından terk edilince, devamlı surette öleceğini iddia eden büyükannesinin yanına Detroit’e gitmeye ve hem kendine hem de yazılarına bir çekidüzen verme kararı alır. (Biraz yalnız kalmam lazım tandansı… sen öyle san!) Hollywood romantik dramalarının temel sorunsallarından biri olan “yalnız kalmak isteyen adamın bu gayesine bir türlü ulaşamaması” durumu bu filmde de mevcut.
Carter, Detroit’e vardığında karşı komşusu Sarah’nın (Meg Ryan) ve dolaylı yoldan iki kızının yoğun ilgisiyle karşılaşır. Şöyle ki Sarah ve Carter arasında antibiyotik tadında bir ilişki var olur. Büyük kız ergenlik dönemi sıkıntılarını “konuşarak tedavi yöntemiyle” yine Carter’ın üzerine boca etmektedir. Küçük kız ise ne kadar küçük olduğunu sorgulatan hal ve tavırlar içindedir. Büyükannenin “ben ölüyorum ağlayanım yok” şeklindeki peygamber sabrı isteyen uğraşma süreci ise ayrı bir derttir. Tüm bu hukukun içinde bir yandan iş yerinin memnuniyetsizlik sinyalleri, öte yandan da terk eden sevgilinin kafa karıştıran zamansız telefonları, esas erkeğimizi bir nebze olsun yıpratmaktadır.
İnsan ilişkileri üzerine sade bir konu kaleme alıp bir de üzerine bunu yöneten Jon Kasdan (ki kendisi yönetmen Lawrence Kasdan’ın oğlu olur) bu ilk yönetmenlik denemesinde, başarısız bir filme imza atmış diyemesek de, camiaya giriş bazında görkemli bir “hoş geldin”i hak ediyor demek de yalan olur, ayıp olur, kaypaklık olur. Zira öykünün odağı konusunda tam olarak kendini de ikna edemediği için, tam olarak kimi ve neyi izlediğimiz, filmin genelinde bir muamma olarak kaldı. Tamam genç kızların zamane aşkı Adam Brody nam-ı diğer Seth (O.C.) mevcut, canımız ciğerimiz Meg Ryan’ımız burada, Twilight serisinden severek takip ettiğimiz ve Adventureland ile dünya ahiret bacımız saydığımız Kristen Stewart da burada peki oyunculuk nerede, ruh nerede? Ön plandaki 4 oyuncunun koca bir filmi, 3 farklı postür, 6 adet de mimikle tamamlamış olması insanın içini burkuyor.
Film, ne yazık ki mizahi yanıyla da, dramatik yapısıyla da yetersiz kalıyor. Meg Ryan hayranı olup “In The Cut” izledikten sonra intihar etmek isteyen güruh için belki bir fırsat sayılabilecek film, Adam Brody hayranları için ne yazık ki tavsiye edilmiyor. (Onu böyle görmek istemeyebilirsiniz.)
Hayatımızın bir buçuk saati daha, tam olarak ne anlatmak istediğinden emin olmayan bir filmin ne anlatmak istediğini anlamaya çalışarak geçip gidiyor ve filmden geriye büyükannenin torunu Carter’a söylediği şu sözler kalıyor: “Ben yakında öleceğim ve sen hala yaşıyor olacaksın. O yüzden şikayet etmeyi kes!”
In The Land of Women fragman
0 Responses to "In The Land of Women (2007)"
Yorum Gönder